24 Eylül 2018 Pazartesi

OKUDUKLARIM ÜZERİNE


SİNEKLERİN TANRISI

William Golding'in bu eserini okurken başlangıçta acaba çocuklar için yazılan bir kitabı mı okuyorum hissine kapılır insan ancak zamanla sizi bu fikirden alıkoyan somut gerçeklik ile karşı karşıya kalırsınız. Çünkü kötülüğün yalnızca yetişkin bireylerin bulunduğu çevrede kol gezmediğini insanın olduğu her yerde olabileceğini görmüş olursunuz. Mina Urgan kitabın son söz kısmında şöyle bir cümle sunar bize; ''çocuklara duygudan yoksun bir şekilde yaklaşırsanız onların da bir insan olduğunu anlarsınız.''

Atom savaşından kaçmak üzere uzak bir yere uçakla götürülen çocuklar bir kaza sonucu adaya düşerler. Adada ilk karşılaşan Ralph ve Domuzcuk olur. Sonrasında zamanla toplanan okul çağındaki bir grup çocuk düzenli olarak toplantılar yaparak adadan kurtulmanın yollarını ararlar. Düştükleri adayı Mercan Adası olarak gören çocuklar başlangıçta güzel zaman geçirseler de sonrasında bu kurtuluş çabası kendisini başka amaçlara salık verecektir.

Vahşi doğa diye nitelendirdikleri bu adada Jack ve Ralph liderlik yarışına girerler. Eşit şartlarda lider olma koşullarına sahip olsalar da oy çokluğu ile Ralph lider seçilir ve Jack bu vasfı ondan almak için kötülüğün hüküm sürdüğü korku dolu anlar yaşatır orada bulunanlara. Ralph iyiliği Jack ise kötülüğü simgeler. Ralph kurtulmak için ateş yakmayı daimi kılmanın yollarını ararken Jack avlanıp karınlarını tok tutma, av eğlenceleri yapma ve gücü elinde tutmanın peşine düşer.

Kitaba adını veren ''Sineklerin Tanrısı'' İbranice'de karşılığı ''Beelzebub'' olan yani şeytanı simgeleyen isimlerden biridir. Ve artık adada geçirilen keyifli zamanlar giderek yerini hırsa, zorbalığa, haksızlığa ve ölüme bırakacaktır.










11 Eylül 2018 Salı

OKUDUKLARIM ÜZERİNE


HAW

Mikasa'nın henüz küçücükken annesinin onu sahiplenmeyişi ile başlayan hayatı...
Merakına esir düşüp ailesi ile bağları koptuktan sonra ufacık bedeni ve endişeli gözleri ile dünyayı tanımaya çabalayışı. Alevli Kalpler Çetesi'ne katılışı ve Melsa ile tanışması.

Mika en başından beri aşkı arayan, onu bulduğunda da büyük bir sadakat ile sonsuza kadar yaşayacak biri. Melsa'yı da bu sabrı bulmuş olmalı. Bacakları kopmuş bir vaziyette barınağa getirildiği gün neredeyse ölümüne ramak kalmış olan Mika'nın ağzından dökülen tek bir kelime Melsa'ydı. İşte burada da bu sabrın oluşturduğu aşkın ona yaşama nedeni sunduğunu, ayrılık ateşi ile yanan yüreğinin acısının ona bacaklarının acısını unutturduğunu gösteriyor. Zaten yok muydu şöyle bir cümle; bir acıyı unutmak için onu başka bir acı ile ikame etmek gerekir diye.

Mika ile Melsa Güneyliler ile Kuzeylilerin savaşı ortasında düştüler bir aşka. İkisi de Güneyliler safında yer aldı başlangıçta bunun farkında olmayarak. Fakat zamanla sahiplendiler onları. Bulundukları bu saf da ayırdı ikisini, devlete karşı gelmek suçundan alıkonuldular.

Mika, Melsa'sını gördü mü bir daha bilinmez ama hissettikleri eşi benzeri olmayan şeylerdi. Onların gözünden ölümü, hapsi, acımasızlığı görmüş olduk. Savaşın bir kentte yarattığı tahribattan ziyade insanın insanda yarattığı tahribatı bir canlının gözünden olduğu gibi göstermiş oldu bize yazar.

Kemal Varol bu eserinde okurları onlar için daha duyarlı olmaya çağırıyor nitekim asıl amacı bu olmasa bile sokağa her çıktığımızda onların gözünden kendimizi nasıl adlandırmalıyız biraz bunu düşünmeliyiz.