29 Mart 2018 Perşembe

OKUDUKLARIM ÜZERİNE



İSTANBUL İSTANBUL


Birbirinden kırık, birbirinden sancılı ve haklı oldukları sebepler üzerine yaşam süren hayat hikayeleri...

Şehrin Güney'i kuyunun karanlık dibidir aslında yazara göre. İşkence odaları, yeryüzünde kentin insanlarının ayakları altındaki karanlık ve soğuk dehlizler, insanın acıdan kanının çekildiği soğuk zeminler.

İstanbul'u nasıl bilirsiniz? Martılarıyla mı, Galata-Kız kulesi-Adaları ile mi yoksa Eminönü'nde kıyıya demir atmış balıkçı tekneleriyle mi? İnsan İstanbul'a nasıl bakarsa öyle görür der yazar, insan bir kente nasıl bakarsa öyle görür. Doğayı Tanrı var ettiyse kent de insanın mimarisidir. Şimdi arkana yaslan ve bu yapıyı inşa ederken taşı nereye eksik koyduğuna bir bak...


Doktor, öğrenci Demirtay, Küheylan Dayı ve Berber Kamo'nun hayatın farklı zaman ve mekanlarından koparak bir araya gelişleri, getirilişleri. İstanbul'u tasvir edişleri, acıya göğüs germeleri ve birbirinin yüreklerine sığınmaları. Biri diğerinden daha umutlu, biri diğerinden daha aşık, biri diğerinden daha çocuk. Zaman onların birer düşmanı. Yukarıda zaman hızla akarken aşağıda neden soluklanır ki? Görelilik bu mudur? Hayatımızda bizi diğerlerinden ayıran, bir olan ruhumuzdur. Onu doyurmak, beslemek, algısını yükseltmek için bedenimizi kullanırız. Duyar, görür, dokunur ve konuşuruz. Peki ya acı ile burun burunayken? İnsan gördüğü işkence karşısında bedeninin çığlıklarını nasıl bastırabilir, ruhu nasıl ön planda tutabilir? İşte bu karakterlerden her biri bu eziyete katlandı ama özellikle Berber Kamo umutsuzluğuna rağmen, geleceğin karanlığına rağmen ruhunu dile döküp bedenine söz geçirdi. Belki ömrünü verdi ama inandığı şeyden vazgeçmedi. O şiirdi, güzel şiirin ardında olandı. Şehrin Güney'inde bedeni kaldı ama ruhu çoktan kendi iradesi ile gökyüzüne kavuştu.


Burhan Sönmez bu eserinde; insanın acı karşısında dirayetini, gerçeğin gölgesine meydan okuyuşunu ve kötülüğe teslim olmuş ruhların insan için bir dönüm noktası olabileceğini göstermiştir. İstanbul'un belki de Küheylan Dayı'nın anlattığı gibi bir yansımasının gökyüzünde olabileceği ihtimalini vermiştir. Bilmece ve hikayeler ile kurguyu güçlendirmiş, dilin akıcılığı ile anlaşılabilirliği kolaylaştırmıştır. Günümüz sinemalarında da çokça işlenen; insanın zamanla iyiliğe ve kötülüğe hükmedip, kendini Tanrılaştırdığını hatta mümkünü olsa Tanrı'ya bile meydan okuyabilecek güçte olabildiklerini bizlere düşündürmüştür. İnsan hem güçlü hem kırılgan, hem samimi hem olabildiğince soğuktur. İstanbul da; hem baharlı hem karlı, hem dostane bir el hem düşmandır.


''Cehennem acı çektiğimiz yer değil, acı çektiğimizi kimsenin duymadığı yerdir''

Hallac-ı Mansur.