31 Ağustos 2018 Cuma

OKUDUKLARIM ÜZERİNE

DAMIZLIK KIZIN ÖYKÜSÜ


"Hiçbir şey bir anda değişmez: Derece derece ısınan bir küvette farkına varmadan haşlanarak ölürsünüz."

Margaret Atwood'un 80'li yıllarda yayınlanan eseri olan Damızlık Kızın Öyküsü şu sıralar ''The Handmaids Tale'' ismiyle diziye uyarlanmıştır. Feminist ve çevreci olan Atwood bu eseri ile aslında yaratılan distopyaya şu sıralar ne denli yakın olduğumuzu bize hissettirmiştir.

Önce diziyi izlemeye başladım ve 2. sezonu bitti. İnsanda uyandırdığı büyük bir merak ilgisi ile gelecek sezonunu bekletiyor bize. Diziyi izlemiş olmasam kitabı bu kadar net kavrayamazdım sanırım. Çünkü okurken Fredinki (Offred), Serena Joy, Komutan ve Nick isimlerine Elisabeth Moss'u, Yvone Strahovski'yi, Max Minghella'yı birer birer koydum. Distopya türünde eserler kavranması zor ve kurgusu kolay anlaşılabilir olmayan cinsten olurlar, sanıyorum. Fakat bu eser Offred'ın dilinden içinde bulunduğu yaşamındaki çıkmazları ve bir an içerisine düştüğü sistemi gözler önüne sererken, başımıza asla gelmez dedirtmeyecek cinstendi.

Amerika hükümetinin yerine geçen Gilead sistemini anlatıyor Atwood. Dini bir sembol olarak benimseyip nüfusun giderek azalmasından dolayı doğurgan olan kadınları yüksek rütbeli komutanların evlerine vererek kutsal görev diye nitelendirdikleri çocuk sahibi olma amacına hizmet ediyorlar. Kırmızı kıyafetli damızlıklar, mavi kıyafetli eşler, Martha'lar, Göz'ler, Teyzeler...

Bir gün uyanıyorsunuz yeni gelen gün bir öncekinden farklı gelmiyor gözlerinize. Ama siz yeni doğan güne bambaşka bir kadın olarak gözüküyorsunuz. Banka hesaplarınıza el konulmuş, mesleğinizden men edilmiş, yurt dışına çıkışınız yasaklanmış, kıskıvrak sıkıştırılmışsınızdır. Bedeniniz alınıp satılabilen bir meta olmuş, üreyebilme özelliğinizden dolayı tecavüz diye nitelendirilebilecek bir sisteme dahil olmuşsunuzdur. Kadınlara saygınlık Gilead'a göre hat safhadadır hatta doğum yapan kadınlar asla öldürülmezler. Ancak özgür iradeniz, ekonomik varlığınızın artık hiçbir hükmü yoktur. Eşcinselseniz, üreme özelliğinizi yitirdiyseniz, politik suçlu iseniz Kolonilerdesinizdir. Ölüme terk edilmiş olarak, sağlıksız bir ortamda çalıştırılırsınız. İki bacaklı rahimlersinizdir. İşkence görürken bile vücudunuzda belli bölgelere dokunmamaya çalışırlar ama gözleriniz, elleriniz buna engel olmadıkları için kolaylıkla yok edilebilirler.

Gilead totaliter rejimine bu denli yakın olabilme kaygısı gelir oturur içinize. Çünkü ülkede bir zamanlar; çalışan kadınlar annelik fedakarlığından bir nebze de olsa yoksun bırakıyorlarsa kendilerini, yarımdırlar diye söylemler olmuştu. Bu nedenle bir gün uyandığımızda bu uyanmanın bir bitiş mi bir başlangıç mı olduğunu asla bilemeyebiliriz.

''Susturulanlar duyulmak için yaygara koparacaklardır, sessizce de olsa.''




27 Ağustos 2018 Pazartesi

OKUDUKLARIM ÜZERİNE

KARDEŞİNİ DOĞURMAK

Gencecik bir gazeteci olan Büşra Sanay'ın nitelikli cinsel istismar üzerine kaleme aldığı bir kitap. İçeriğinde mağdurlarla, cezaevi psikologları ile, adli tıpçılarla röportajların yer aldığı kitabın son bölümlerinde üniversite öğrencileri ile bir anket çalışmasının yapıldığı, okundukça sizi oturduğunuz yerde rahat bırakmayacak olan bir eser.

Nedir nitelikli cinsel istismar? Önce böyle başlayalım. Bu işin niteliklisi mi olurmuş diye sorduğum bir soruydu bu kendime. Ama hukuk bunu irdeliyor. Bir diğer adı ile ensest hukuken evlenmesi yasak olan kişilerin aralarında kurduğu cinsel ilişki. Nitelikli olması da bir organda yaratılan tahribat gibi açıklanabilir. Verilen cezalar basit cinsel istismar mı nitelikli mi buna göre değişebiliyor. Buna ek olarak yaş aralığına göre de değişebiliyor.

Eser kafanızdaki birçok soru işaretini cevaplayıp yeni sorular yaratabiliyor. Bu bir hastalık mıdır? Daha çok hangi toplumlarda görülür? Eğitimin payı nedir? Cezaların caydırıcılığı nedir? Hapis cezası yeterli midir gibi sorular ve daha birçokları. Psikologlar bunun bir hastalık olmadığını cinsel bir sapkınlık olarak nitelendirilmesi gerektiğini söylüyor. Hastalık, tedavi edilmesi gereken bir şey eğer buna bir hastalık denirse ceza ehliyetinin ortadan kalkabileceğini belirtiyorlar. Her toplumda geçmişten günümüze görülen bir istismar ve pek de bitirilebilir bir şey olarak görülmüyor-insan soyu devam ettikçe- Eğitimin payı elbette ki büyük bu da bireyi ve toplumu eğitme açısından tabi çünkü günümüzde toplumumuzda yer alan birçok kadın kuruluş bile devletin korumacılığının ve caydırıcılığının yetersiz olduğundan söz etmekte ancak bireye eğitimi gerçekleştirebilecek imkanlar henüz yeterli düzeyde konuşulmamakta. Hapis cezasına gelirsek bu maalesef ki yeterli değildir. Çünkü istismarcılar yaptıklarından pişmanlık duymuyorlar kabul etmediklerinden dolayı. Biz toplum olarak bu kişileri unuttuğumuz takdirde içeriden çıktıktan sonra aynı davranışı sergilemeyecekleri ne malum. Bu nedenle ifşa etmenin önemi vurgulanıyor.

Kitapta beni şaşırtan noktalardan biri; istismarcı bireylerin kadın ya da çocuk hiç fark etmez, ziyaretlerine eşleri, anne ve babalarının gitmeleri. Eşler kocalarına güven duyup, inkar ediyor ve hatta görüşmede ''pembe oda'' talep ediyorlar. Pembe oda; tutuklu ve hükümlülerin eşleri ile cinsel birliktelik yaşadıkları oda. Bu da bir nevi ödül gibi bir durum oluşturuyor.

Demem o ki; okuyunuz. Bilmediklerimiz, bilip de ahkam kestiğimiz yargılarımız, insanlara yapıştırdığımız yaftalar, ırka göre yaptığımız ayrımcılıklar, istismarı bilip de saklamak ile cezai yükümlülüklerimizin doğabileceği. Bunların hepsini bilmek ve aşmak için, kendimizi bilmek ve aşmak için okunmalı.